Seçim kapıda. Yoga ve meditasyon ile ilgilenen kesimin bir kısmı tercihlerini açıkça sosyal medyada paylaşırken, bir kısmı bu konuyu takipçilerine yansıtmayı tercih etmiyor. Bir başka kesim ise nispeten apolitik bir tavır takınarak, “bu hayat bir illüzyon” sloganı vasıtasıyla herhangi bir seçim yapmayacaklarını ilan ediyor. Peki yoga felsefesini izlemek apolitik olmayı gerektirir mi?
“YOGA BİRLİKTİR”
Yoga kelimesi, Sanskrit diline ait “yuj” fiil kökünden gelir. Bu fiilin birleştirmek, bir araya getirmek, bağlamak, bütünleştirmek gibi anlamları vardır. Genellikle yuj fiilinin bu sözlük anlamları sebebiyle, spiritüel dünyada “yoga birliktir” söylemi yaygın bir şekilde kullanılır. Bu söz, bireyselleşen modern insanın, çevresindeki diğer kişilere uyum sağlayabilmesi ve kendisini tekrar topluluğa ait hissedebilmesi için sık sık vurgulanır. Yoga metinlerinde bahsi geçen “özgürleşme”, yani bu bedenin yaşadığı ızdıraptan kurtuluş, ancak bu “birlik hali”yle mümkündür.
Bu birliğin içerisinde zıt kutuplar, zıt duygular, zıt olasılıklar tam bir uyum ve denge içerisindedir. Hatta kimi felsefi yaklaşımlara göre bu zıtlıklar bir nevi illüzyondur. Ancak bu “illüzyon” aslında şöyledir: Bireyin kendisini diğerlerinden farklı, ayrı ve bağımsız görmesi yanlış bir algılamadır. Gerçekte ise her birey, bu anda ve ötesinde tüm varlıklarla ve varoluşla birdir. Dolayısıyla ızdırap çeken ve ızdırap yaratan aynıdır.
SOSYAL DÖNÜŞÜM VE HÜKÜMET
Modern Hindistan’ın önde gelen düşünürlerinden Jiddu Krishnamurti, konuşmalarından birinde “hükümet” kelimesini ele alır. Krishnamurti’ye göre “hükümet”, insani ve bireysel heveslerinin, arzularının esiri haline gelmiş insanları yönetmek zorundadır. Hükümetlerin yaptığı bu işi de “yönetme sanatı” diye adlandırır. İnsan, yozlaşma eğilimi gösterdiği için yönetilmelidir. Kendi haline bırakıldığında tehlikeli hayvanlar gibidir. Kontrol edilmelidir. Teoride bu böyledir. Kanunlar, güvenlik güçleri, ordular ve silahlar insanları yönetmek, kontrol etmek, hizaya koymak içindir.
Ancak “yönetme sanatı” dışarıdan empoze edilerek insanlara uygulanacak bir şey değil, der Krishnamurti. Zira, insanın bu sanatı bizzat kendisine yönelik icra edecek yeteneği ve hakimiyeti yoktur. İnsan henüz daha kendisini yönetemez ve yozlaşmış halini düzeltemezken, toplumu yönetmesi nasıl beklenebilir? “Canavarlaşmış” ve kontrol edilemeyen, yozlaşmış bir toplumun bireyleri, toplumdan bağımsız olabilir mi? Peki, böylesi bir toplumu kontrol etmekte olan yetersiz siyasetçiler gittiğinde, yerine gelecek ve dört gözle beklenen yeni liderlerin ne kadar yeterli olacağının garantisi verilebilir mi?
BİZİ KİM KURTARACAK?
Krishnamurti, yukarıdaki sorgulamalarıyla, dünyanın tüm insanların bir kurtarıcı, bir yönetici bekliyor olmasını eleştirir. Guruların, kitapların, siyasetçilerin, liderlerin, uzmanların gelip insanlara ne yapmaları gerektiğini anlatmaları, insanın şartlandırılmış halini değiştirmeye yeterli değildir. İnsanın bizzat kendi içinde bu değişimin ve dönüşümün tohumları atılmadığı ve arzusu olmadığı sürece, insan bu gerekliliği derinden farketmediği sürece, toplumun değişimi de mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla her seferinde yeni bir dünya veya ülke lideri ihtiyacı süregelecektir. İnsanın zihin hâli nasılsa, dışarısı da aynı haldedir. Olanı olduğu haliyle kabul eden insan, topluma ait tüm yok edici unsurlardan da sorumludur böylelikle. Olan ve biten bizden ayrı, bağımsız değildir.
TOPLUMUN İHTİYAÇLARI
Yoga, bireyin kendi öz benliğinin farkına varması için birtakım teknikler sunar. Bu teknikler (elbette doğru uygulandığında) hem mikro hem de makro boyutta algılamaya, sorgulamaya, irdelemeye ve özümsemeye yardımcı olur. Böylelikle insan, varoluştan ayrı olmadığını anlayabilir. Krishnamurti’ye göre, bu algılamaya erişemeyen birey, doğru soruları sormaktan da uzak kalır. Siyasetçi veya birey toplumun ihtiyacını düşünür ve bunlara çözümler bulmaya çalışırken, “toplum” denen şeyin ne olduğunu henüz detaylıca düşünmemiştir. Toplumun tanımını yapmak, toplumu yöneten ve düzenleyen siyasi, kültürel, dinî tüm birimlerin tanımını yapmayı gerektirir. Toplumu yaratan bizler isek, toplumun kavuşmak istediği materyalist arzuları nasıl eleştirebiliriz? İnsan, kendisini diğerlerinden ayırdığı için güvensizlik hissi topluma hakim ve bu yüzden bu kadar bencilliğe gebe.
HEPİMİZ BİR İSEK, BİREYDE BİZ NEYİZ?
Meditasyon ile kazandığımız şey “farkına varabilme” yeteneği. Bu farkına varabilme, kendi özümüzde, doğamızda mevcut olan tüm açgözlülük, hırs, öfke, nefret gibi ayrışmayı ve ayrıştırmayı tetikleyen duyguları görmemizi, tanımamızı ve anlayabilmemizi sağlıyor. Dolayısıyla Krishnamurti’nin de dediği gibi birey, sözlere kapılmadan olanı olduğu gibi görebilmeye başlıyor. Bu nihai kavrayış gerçekleşmediği sürece insanların hep bir çatışma ve kavga içinde olacağını öngörüyor. Ona göre bu karamsar bir bakış açısı değil. Tam tersine, doğru gözlem yapmayı beraberinde getirecek olan yegâne yol. Toplumu, içinde bulunduğu mevcut düzene ve eğilime göre algılamanın ise hiçbir faydası yok.
“Yalnızca ihmalkârlar, düşüncesizler ve aymazlar özgürlük mücadelesi içerisinde ‘Topluma nasıl karşılık veririm?’ diye düşünürler.” Jiddu Krishnamurti
コメント