top of page
Yazarın fotoğrafıGülnihal Özdener

Depremin getirdiği felakete çözüm: Gandhi Satyāgraha

Haberler, sosyal medya, telefonlar, mesajlar, sohbetler…

Pazartesi gününden beri ülkece yardım ediyoruz, bekliyoruz, izliyoruz, belirsizlik içerisinde savruluyoruz.

Yastayız. Bir yandan da kederle karışık bir kızgınlık var üzerimizde. Büyük ölçekli bir depremin hazırlıksız bir yeri yakalamasıyla nelerin olabileceği 24 senede unutulmuş. Kitlesel amnezi genimize işlemiş.

Bir yandan etkilenen bölgedeki vatandaşlarımıza çeşitli yollarla yardım göndermeye çalışıyoruz. Bir yandan sürekli önümüzde akan görüntüler, videolar, ekran ışığı, sesler, yorumlar derken hem fiziksel sağlığımız hem de akıl sağlığımız darbe alıyor. İlk günlerde gösterdiğimiz çabanın sonraki haftalarda azalarak bitmemesi gerekiyor. Bunun için yardımı dışarıya yaparken içeriye de dönmek lazım.


YAŞADIĞINIZ HİSLER GERÇEK VE GEÇERLİ

İçerisi karanlık, ışık nadiren cılızca parlayıp sönüyor.

Arkadaşlarımla, öğrencilerimle, akrabalarımla haberleşiyorum. Kimisi depremin merkezinde. Kimisi yurt dışında çok uzaklarda. Alana gitmek için ülke sınırları içerisinde olanlarla gönüllülük formları dolduruyoruz, ama tecrübemiz yok. Sıra bize gelmiyor. Uzaktan maddi veya lojistik yardımlarla elimizden geleni yapıyoruz. Ama sürekli bir yetersizlik hissi. Kemiriyor. İsyan ettiriyor. Kahrediyor.

Zor bir dönemden geçiyoruz. Çok çeşitli duygular yaşıyoruz. Birçoğumuzun kayıpları oldu, bir kısmımız iyi haberler aldık. İçimizde sürekli bir yetersizlik hissi. Belki de hayatta kalmış olmanın getirdiği suçluluk. Zaman zaman şükür hali; yediğine içtiğine, ailene. Sonra bir kez daha suçluluk. Hıçkırıklarla ağlama ihtiyacı. Ana akım veya sosyal medyada gördüğümüz vatandaşımızın yerine kendimizi koyup çaresizliklerine, buruk sevinçlerine, yorgunluklarına ortak olmak. Veya olduğunu sanmak…


OKSİJEN MASKESİNİ ÖNCE KENDİNİZE TAKIN

Travmatik olaylara ikincil olarak maruz kaldığımızda, otomatik olarak empati kurarız. Empati hali “kendini başkasının yerine koyarak hissetmek” şeklinde açıklanabilir. Sosyal medyada veya televizyon kanallarında sürekli olarak bize yansıtılan içerik akışı işte bu empati halini tetikler. Empati faydalıdır; harekete geçmemize yardımcı olur. Gördüğümüz acıları dindirebilmek için bir şeyler yapmamızı söyler. Ancak büyük kitlesel felaketlerde adeta bir girdap haline dönüşüp bizi kendi içine çeker.

Duygusal girdaba girerseniz, ne kendinize ne de başkalarına faydanız kalır. Öfke, keder, isyan… ne olursa olsun, bir dereceye kadar sizi eyleme itecek tetikleyici unsur olabilir. Ancak eğer ki o içerideki kemirme hissi artıyorsa durmalı ve içeriye dönmelisiniz, çünkü bu yaşadığınız yoğun duygular bir süre sonra fiziksel ve zihinsel semptomlar halinde karşınıza çıkabilir: Bel, boyun tutulması, migren, baş dönmesi, depresyon veya anksiyete, tansiyon veya şeker dengesizlikleri, vb.


KENDİNİZ İÇİN YAPABİLECEKLERİNİZ

İçinde bulunduğumuz sürecin dış etkenlerden bağımsız olarak farkına varmalıyız. Ekransız, telefonsuz, hatta belki yalnız bir şekilde, yeni verilere maruz kalmadan sessizce oturup dikkati içeriye çevirmek ilk adım. Zihin zaten karman çorman, önce bedeni farkedin. Bedendeki fizyolojik yansımalar nasıl? Kimi zaman çok yoğun hisler olabilir, kimi zaman hissizlik. Bedendeki fiziksel hislerin farkına vardıktan sonra duyular biraz daha detaylı bir şekilde gözden geçirilmeli. Bu noktada modern yoga ve meditasyon teknikleri oldukça etkili yöntemler sunuyor.

Etrafınızda bulunan 5 nesneyi farkedebilirsiniz; şekil, renk, uzaklık, boyut gibi detaylarını oturduğunuz veya uzandığınız yerden net bir şekilde gözlemleyin. Bedeninizin oturduğunuz zeminle temasını hissedebilirsiniz; zeminin sertliğini, yüzeyin şeklini, sıcaklığını, kumaş veya materyalin dokusunu farkedin. Yediğiniz yiyeceğin veya içtiğiniz içeceğin tadını, kokusunu farkedin; hatta bir yudum suyun bile. Yemek yerken veya bir şey içerken yavaşlayın. Yüzünüzü yıkayın veya şakaklarınızı ve alnınızı ara sıra hafifçe ovalayın. Nefesiniz nasıl? Kesik kesik ve hızlı mı, düzenli mi, yoksa bazen farkına varmadan nefes alma duruyor mu? Nefesinizi düzene koymaya çalışın; 4 saniyede nefes alıp 6 saniyede vermeyi ve nefesiniz uzadıkça süreleri de orantılı uzatmayı deneyebilirsiniz.


AHLAKİ DEĞERLER DİNÎ DEĞİL EVRENSELDİR

Bir felaketle yüz yüzeyiz. Pasif kabullenişi öğütleyen yöntemler, bu dünya düzeninde, bu yaşayış içerisinde bizi daha da büyük bir çaresizliğe sürüklüyor. Hindistan kurtuluşunun lideri Gandhi, düzeni kabullenmeden değil, direnişten yanaydı, ancak “pasif direniş” ifadesinden pek hoşlanmazdı. Çünkü Gandhi’nin öncülük ettiği “Satyāgraha” yaklaşımı, pasifliğin ve direnişin de ötesindeydi. Satyāgraha, doğru olana tutunmaktı. Aynı yaklaşımı daha sonra Martin Luther King Jr. ABD’de ve Nelson Mandela da Güney Afrika’da benimseyecekti.

Uzun vadeli çözüm için aksiyon gerek, harekete geçmek gerek. Dış dünyamıza ve kendimize yönelik sorumluluklarımız var. Adaletsizlik ve kitlesel zarar söz konusu olduğunda, satyāgraha evrensel bir çözüm sunar: Gandhi’ye göre bu çözümün öncelikli esası şiddetsizlik ilkesidir. Sözde ve eylemde şiddetsizlik. Sonra doğruluk ilkesi gelir. Doğruluk salt dürüstlükten öte, sözde, düşüncede ve eylemde tutarlılıktır. Çalmamak ve tokgözlülük zaten beraberdir. İş emektir, alın teridir. İhtirastan özgürleşmek ve cesur olmak gerekir. Gandhi tüm inançlara eşit derecede saygılı olmayı da bu çözüm felsefesinde esas saymıştı, ancak bizzat kendisi bu ilkeden dolayı suikaste kurban gitti. İthal ürünlerin reddini savunduğu ekonomi politikası da “doğru olana tutunma” yolundaki ilkeleri arasındaydı.

Bu ilkeler bizim toplumumuza yabancı değil. Kurtuluş Savaşı’nın hikayeleriyle büyüyen son nesiliz. Beş gündür şahit ve dahil olduğumuz seferberlik ve yardımlaşma zincirleri de bunun kanıtı. Belki bu felaket ve beraberinde gelen halk birliği, artık geçmişi kazıyıp eski millî değerlerimizi tekrar ortaya çıkarmamıza ve daha iyi bir gelecek inşa etmemize yardımcı olur.


Gülnihal Özdener




6 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page